Ecdadımızda Ana-Babaya Hürmet
(Diyanet Gazetesi, sy. 153 (15 Kasım 1976), s. 4.)
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Baba evladına bir sevgi bakışıyla baksa, onu kendisinden hoşnut
edebildiği için evlada, bir köle âzat etmiş kadar sevap yazılır.”
Dendi ki:
“Yâ Resûlallah! Eğer 360 defa bakarsa?”
Buyur du ki:
“Allahu ekber” (Elbette, Allah sonsuz derecede büyük ve cömerttir; her bir bakış için ayrıca ecir verir.)99
Yüce dinimiz evlada, ana-babasına hürmet ve hizmet etmeyi ısrarla ve
sarahatle emreder. Bu mevzuda, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde
pek çok delil bulunmaktadır. İslâm’da, ana-babaya değil sert ve ağır söz
söylemek, “öf” demek bile yoktur. Onların yüzüne sevgi ve şefkatle
bakmak bile ibadetten sayılmıştır. Cennet, onlara iyi davranmak ve
gönüllerini almakla kazanılabilir. Allah’ın rızası, ebeveynin rızasına
bağlıdır. Onların darılma ve kırılmaları, insanı felaketlere uğratır;
lânet ve beddualarının önüne geçip bertaraf edilmesi imkânsızdır. Onlar
için yapılan masraflar, hediyeler, infaklar, Allah tarafından 700 misli
ile mükâfâtlandırılacaktır ki bu “fî sebîlillah” cihadın sevabına
denktir. Biz müslümanlar dinimizin bu gibi ahkâmı dolayısıyla
ana-babamıza hürmeti mânevî bir vecd içinde yapar; onlara hizmet etme
fırsatlarını kaçırılmaz bir ganimet sayarız. Her vesileden faydalanarak
onların gönüllerini almaya, hayır dualarını kazanmaya çalışırız.
Geçenlerde elime iki eski mektup geçti. Bunları, medresede okuyan bir
talebe, köydeki babasına hitaben kaleme almış. Basit, olağan, sanat ve
edebiyat gayesi gütmeyen yazılar. Şu kadar var ki başlığı, hitap tarzı,
içinde kullanılan ifadeler bize eski kültür ve ahlâkımızda aile
bağlarının ne kadar sağlam mânevî temellere oturduğunu, evlat ve ebeveyn
arasında ne kadar derin bir sevgi ve saygı bağlantısı bulunduğunu çok
açık bir şekilde gösteriyor. Bu bakımdan, ders ve ibret alınması için
meallerini aşağıda kaydediyorum:
“Huzur-ı âlîlerine:
“Sebeb-i hayât ve necâtımız efendimiz hazretleri,
“Bu kere hâk-i pây-i âlîlerine yüzümüz ve gözümüz sürerek hâtır-ı
âlîlerin istifsâr eyleriz. Şefkatlü, hakîkatlü validemiz hanımın dahî
iki ellerinden öperek evkât-ı hamse akîbinde du’â-ı hayr ile yâd
buyurmanızı taleb ve niyâz eyleriz ve büyük ninemiz hanımın dahî
ellerinden pûs ederek du’âlarını niyâz eyleriz ve amucalarımız
efendilerin ve eniştelerimiz fazîletlü İbrahim Efendi’nin ve Mehmed
Ağa’nın ve dayımız Mustafa Efendi’nin yed-i şerîflerini pûs ederiz ve
hane halklarına selâm olunur ve mahdûmları Ahmed Çavuş ve Mehmed Şâh ve
Mustafa’ya ve Tahir dayımıza ve Salim Onbaşı’ya ve Hüseyin’e ve dayımız
oğlu Mehmed ve Yusuf’a husûsî selâmlar ederiz. Ve sâ’ir akrıba ve
ta’allukâtımızın ve komşularımızın kâffesinin, büyüklerin ellerinden ve
küçüklerin gözlerinden pûs ederiz ve akrân ü emsâle hâssaten selâmlar
ederiz. Bâki’ Rabb-ı Kadîr’e emânet olarak sıhhat ve âfiyetinizi temennî
eyleriz...”
“Bismillahirrahmânirrahîm.
“Huzûr-ı âlîlerine,
“Bâ’is-i hayâtım ve sebeb-i necâtım, pederim efendim hazretleri,
“Himem-i âliyeniz ve du’âlarınız berekâtı olarak mahdûmunuz dâ’îlerine
beşinciden imtihân isâbet etmiş olmasıyla, Bâb-ı Ser’askerî’ye istidâ
olunarak her bir kalemde mu’âmele-i kaydiyyesi icrâ olunduktan sonra,
bileğimize bilezik şeklinde ip bağlanub, bağlanan yerini firenk mumu ile
mühürleyib, “Birkaç gün sonra imtihâna gireceksin.” deyü emr eylediler.
Kendimi nısfı’l-leylde olan zulmetin içinde kalmış gibi zannediyordum.
Hamdolsun, bu sene-i mübârekede –324 senesi 2 Şubat Pençşenbe günü–
imtihâna bed’ olunub; himem-i âliyeleriniz ve du’â-i pederâneleriniz
berekâtı ve ‘inda’llah du’âlarınızın kabûlü sâyesinde, Meclis-i
Masâlih-i ‘İlmiyye Hoca Efendilerimiz, bende-i dâ’îlerini huzûr-ı
âlîlerine da’vet edüb, orta yerde vaz’ olunan seccâde üzerine cülûsumu
emrederek su’âl etmeye başladılar. Himem-i âliyelerinizin berekâtı ve
du’âlarınızın ‘inda’llah kabûlü sa’yesinde su’allerine cevâblarını
tediye eyledim. Fakat kaç numara kazandığım mechûl olub itmi’nân-ı kalb
hâsıl olmadığından düşünmekde idim. Şimdi ise bi’inâyeti’llah-ı Te’âlâ
325 senesi 2 Mart Pazar ertesi günü isbât-ı ehliyet eylediğime dâ’ir,
Harbiye Nezâreti Erkân-ı Harbiyye Dâiresi Nüfûs Kalemi’nden yedime
takdîm olunan şahâdetna’meyi aldığım esnâda dünyâlar benim olmuş gibi
sevinerek medresemize nasıl geldiğimi anlayamadım. Hamd ü şükürler olsun
Cenâb-ı Mevlâ, bu abd-ı âcizîye himmet ihsân eyleyüb, dost, düşman ve
emsâl meyânlarında yüzümü kara çıkarmadı. Gelecek imtihânımı da evvel
Allah’ın lutf u ihsân u hidâyetiyle ve sâniyen zât-ı ‘âli-i velîni’met-i
pederânelerinin du’â ve niyâzlarının ‘inda’llah kabûliyle feyzyâb
oluruz inşâ’llah...”
Aradan 60–70 sene kadar zaman geçmiştir. Bu
günün evlat ve ebeveyn münasebetlerini düşünelim. Evladın, şu asil
mektuplarda görülen ana-babaya bakış açısı ve aile fertleri arasındaki
muhabbet bağları oldukça değişmiş ve tahribe uğramıştır. Çünkü onları
besleyen mânevî güç kaynağı ihmal edildi. Bugünün ailelerinde sık sık
müşahede edilen acı ve hazin tablolar ve eski ile yaptığımız mukayeseler
bize şu gerçeği bütün açıklığıyla gösteriyor: Gerek fert, gerek aile,
gerekse cemiyet olarak, varlığımız ve bekamızın, başarımızın ve
mutluluğumuzun yegâne şartı İslâm dinidir; ona iman ve ihlasla
sarılmaktır. Kuvvet aldığımız kökleri tahrip etmemeli; bindiğimiz
dalları kesmemeliyiz. Aksine hareket bizi hüsrana, felakete, anarşi ve
izmihlale götürecektir.
Mahmut Esad Coşan R.A.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder