30 Nisan 2012 Pazartesi

Namaz İbadeti

  NAMAZ İBADETİ                          
           İslam’ın temel esaslarından biri olan namaz, günde beş vakit kılınması gereken bir ibadettir. Akıllı ve ergenlik çağına ulaşan her Müslüman’a namaz kılmak farzdır. Vaktinde kılınmayıp kazaya bırakılması ya da terk edilmesi büyük günahlardandır.
           Beş vakit namaz, Hz. Muhammed (SAS)’in Peygamberliğinin on birinci senesinde miraç gecesinde farz kılınmıştır. Cenabı Allah’ın miraç gecesinde Hz. Peygamberi huzuruna çağırıp aracısız bir şekilde namazı tebliğ etmesi bu ibadetin Müslüman için önem ve anlamını göstermektedir. Namaz kılmak imanın en açık belirtisidir. Müslümanlığın dışa yansımasıdır.                      
          Namaz, kılınışı itibariyle bir takım hareketler ve dualardan ibaret ise de, mahiyet itibariyle cenabı Allah’a münacat etmektir. Onunla konuşmak, O’na yaklaşmak,  O’na kulluk etmektir. Dolayısıyla namaz ibadeti, Müslüman’ı, yüce yaratıcısıyla aracısız bir şekilde buluşturduğu, konuşturduğu için müminin miracı kabul edilir.
           Namaz, insanı kötülükten, fuhuşattan, çirkin davranışlardan alıkoymak bakımından, imandan sonra en önemli esastır, çünkü her Müslüman günün 24 saati içerisinde en az beş defa Rabbinin huzuruna çıkıp, O’na hesap vermektedir. Günde beş defa Rabbinin huzuruna çıkıp O’na hesap veren insanın günah işlemesi düşünülemez.
           Namaz ibadetinin günde beş vakit olarak farz kılındığı  “Gerçekten namaz insanlara vakitli olarak farz kılınmıştır.”(Nisa; 103) ayeti ile bildirilmiştir.
            Nazmın günde beş vakit olarak kılınması ise, Kur’an-ı Kerimin muhtelif ayetlerinde zikredilmiştir. Ancak vakitlerin sınırları, rekât sayıları ve nasıl kılınacağı Kur’an-ı kerim’de detaylı olarak açıklanmamıştır. Bütün bunlar Hz. Peygamber (SAS) tarafından açıklanmıştır. ”Benim kıldığım gibi namaz kılın.”(Buhari, Ezan; 18) Buyuran Hz. Peygamber bize bu hususta yol göstermiştir.
           Namaz ibadetinde vekâlet geçersizdir. İnsanın işi, görevi, makamı,      rütbesi, serveti ne olursa olsun beş vakit namaz kılması farzdır.
           Hz. Peygamber (SAS) “Kul kıyamet gününde ilk olarak namaz borcundan hesaba çekilecektir.” Buyurur.
            Namazın terki için, İslam dini hiçbir mazereti geçerli saymamıştır. Kazaya bırakılabilmesi için dinin meşru saydığı mazeret ise, unutma ve uyku gibi şuur dışı haller ile vakti içinde eda edebilme imkânının bulunmayışından ibarettir.
            Günlük işlerimiz, çalışmalarımız, yolculuklar, hastalıklar, sıkıntılar, hatta savaşlar bile namaz ibadetinin ifası için engel olarak görülmemelidir. Hz. peygamber (SAS) ve sahabeleri savaşlarda “korku namazı” kılmaları dinimizin namaz ibadetinin vaktinde kılınmasına verdiği önemi göstermektedir.
             Ayakta durmaya güçleri yetmeyenler, hasta ve özürlüler oturarak, buna da güçleri yetmeyenler yatarak namazlarını kılabilirler. Abdest veya gusül almak için su bulamayan veya suyu kullandıkları takdirde vücuduna zarar geliyorsa teyemmüm alınarak namaz kılınabilir.
             Dinimizin göstermiş olduğu bütün bu kolaylıklar namazın hiçbir şekilde kazaya bırakılamayacağını bizlere göstermiştir. Hz. peygamber (SAS) şöyle buyurur “Müslüman’ın kıyamet gününde, ilk olarak; kılmadığı namaz borcundan hesaba çekilecektir. Şayet bu hesabı iyi verirse, diğer hesapları kolay geçecek, namaz hesabını vermezse, diğer görevlerinin hesabını hiç veremeyip perişan olacaktı.”(Tirmizi, salat; \188)  O halde kıyamet günü perişan olmamak için bu dünyada cenabı Allahın kılmamızı emrettiği namazımızı kılmalıyız.
  

             Geçmiş Namazların Kazası
               Namaz üç türlü kılınır: eda, kaza ve iade şeklinde kılınır. Vakit çıkmadan namaz kılınırsa eda, vakit çıktıktan sonra kılınırsa kaza, herhangi bir sebepten dolayı bozulan ve yeniden kılınması gerekiyorsa iade olur. 
             Namaz ibadeti bile bile kazaya bırakılamaz. Akılı ve ergenlik çağına ulaşan her Müslüman hangi şartlarda yaşıyorsa yaşasın fark etmez beş vakit namaz kılmak zorundadır. Şayet bir namazın kılmamış ise ve kılmadığını da biliyorsa ölmeden önce geçmiş namazlarının kazasını kılmalıdır.
            Vaktinde kılınmayan beş vakit namazın kazası farz, vitir namazının kazası vaciptir.  Kazaya kalan sabah namazının sünnetini sabah namazının kazası kılınırken sünnetini kılmakta sünnettir.
              Öğle ve Cuma namazının ilk sünnetleri
Kılınmadan farzlar kılınmış ise farz kılındıktan sonra ilk sünnetleri kılmakta sünnettir. İkindi ile yatsı namazlarının sünnetleri ise müntahap oldukları için namazdan önce kılınmadıkları zaman farzdan sonra kılınmazlar.
                Kazaya kalmış namazların yalnızca farzları kaza edilir, sünnetleri kaza edilmez. Sadece kazaya kalmış sabah namazı öğle vakti girmeden kazası kılınırsa sünneti ile beraber kılınır.
              Herhangi bir nafile namaza durulduktan sonra herhangi bir sebepten dolayı bozulursa,  o nafileyi tekrardan kılmak vacip olur.
             Vaktinde kılınmayıp kazaya kalan namazın vasfı ne, kazası da o vasıfta kılınır. Örneğin,  yolculukta dört rekâtlı farz namazlar iki rekât olarak kılınır. Şayet dört rekâtlı farz namaz yolculukta kaza kalmış ise de evine dönünce kazaya kalan dört rekâtlı farz namazlar yolculukta kazaya kaldığı için kazası da iki rekât olarak kılınır. Evinde iken dört rekâtlı namazlardan biri kaza kalmışsa yolculukta kazası da dört rekât olarak kılınır.
             Bir aylık, bir yıllık veya birkaç yılık namazı kazaya kalmış kimse, kazalarını hesaplayarak her gün birkaç günün kazasını kılabilir. Ancak kaza namazına başlarken ya önünden ya da sonundan başlar.  Niyet ederken  “ilk kazaya kalan sabah namazına niyet

ettim” veya “son kazaya kalan sabah namazına niyet ettim”. Diye kalbinde niyet tutması yeterlidir. Diğer vakitler içinde aynı şekilde niyet getirilir.  
          Kazaya kalan namazının sayısını bilmeyen kimse, tahmin ederek kaza eder.
          Kazaya kalan namazları bir an önce ertelemeden kılmak gerekir. Gerektiğinde yemeğinden, içmesinden, eğlenmesinden vakit ayırarak hatta nafile namazlarından kısarak bir an önce kaza namazlarını bitirmek gerekir. Ancak kaza namazı olan biri nafile namazları da kılabilir, kıldığı takdirde de namazı sahih olur. En doğrusu ikisini de beraber yapmasıdır.

Namaz İbadeti ve Namazı Anlamak

 Yrd. Doç. Dr. Yılmaz FİDAN*

Namaz

İmandan sonra en faziletli ameller arasında sayılan[1] ve kelime-i şehâdetten sonra İslâm’ın en önemli rüknü olan vaktinde kılınan namaz, aynı zamanda mükemmel bir duadır. Belli davranışlar ve özel rükünler ile Cenâb-ı Allah’a kulluk etmenin bir ifadesidir. Yaratıcıyla konuşmak, O’nu daima hatırlamaktır. O’nun büyüklüğünü tekrar tekrar söylemektir. Huzurunda saygıyla eğilmektir. Müslüman’ın kendi aczini ve çaresizliğini O’na itiraf etmesidir. Hayat boyu devam ettirmesi gereken bir yakınlık, “yardım isteme” ve bağlılıktır. Namaz, Müslüman’ın bütün varlığıyla, diliyle, kalbiyle ve bedeniyle Allah’a yönelmesidir. O’na teşekkür ifadesidir. Namaz, bütün ibadetlerin özüdür, “Dinin direğidir.[2]

Namazı Anlamak

Kaynaklarda, İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren namaz ibadetinin mevcut olduğu yazılıdır. Hatta namaz ibadeti tarihinin, İslâm’dan önceki peygamberler zamanına kadar uzandığı da görülür. Bir âyette namazın müminler için vakitleri belli bir “farz” olduğu belirtilmiş[3]; vakitlerine ise Kur’an’ın kendine özel üslubu ile doğrudan veya işaret yoluyla değinilmiştir. Hadis kaynaklarında, mi‘rac hadisesini takip eden günlerde Cebrâil’in, Kâbe’de Hz. Peygamber’e imamlık yapmak suretiyle beş vakit namazı kıldırdığı, namazların başlangıç ve bitiş vakitlerini uygulamalarıyla gösterdiği ve bunları ayrıca sözlü olarak da açıkladığı haberi bulunur.[4]
“Müslüman kulun kıyamet günü ilk olarak farz namazlardan hesaba çekileceği” hatırdan çıkarılmamalıdır.[5]
Farz namazlar, kendi içinde farz-ı ayın ve farz-ı kifâye olmak üzere iki gruba ayrılır. Yükümlülük çağına gelen her Müslüman’ın yerine getirmekle mükellef olduğu günde beş vakit namaz ve Cuma namazı farz-ı ayın grubu içerisinde yer alır. Cenâze namazı, ölen bir Müslüman için cemaatle kılınması gereken bir namazdır ve ikinci gruptaki farz-ı kifâyeye örnektir.
Vâcip namazlar adı altında bir grup namaz daha vardır ki, buna vitir namazı ile ramazan ve kurban bayramı namazları örnek verilir.
Nâfile namazlar ise genel olarak farz ve vâcip namazlar dışında kalan namazlardır. Hz. Peygamber’in günlük beş vakit namazlardan başka değişik zamanlarda ve değişik vesilelerle kıldığı namazlar vardır. Hz. Peygamber’in bu tür namazlara ayrı bir önem verdiği bilinir. Kıyamet gününde Müslüman’ın hesaba çekilirken farz namazlarında eksik bulunması halinde Allah’ın meleklerine, kulun nâfile namazları varsa bu söz konusu eksiklerini, bunlarla tamamlamalarını emredeceği rivâyet edilmiştir.[6] Farz namazların ve bunlara bağlı nafile namazların camide kılınması, nâfile namazların ise evde kılınması daha faziletli görülmüştür. Müslümanlar arasında farz namazların öncesinde veya sonrasında yer alan “sünnet namazların” farzlara hazırlayıcı ve onları koruyucu olarak değerlendirilmesi yanı sıra Hz. Peygamber’e bağlılığın bir ifadesi olarak anlaşılması sonucu bu namazların olabildiğince kılınması tavsiye edilmiş ve terk edilmesi hoş karşılanmamıştır.[7]
Farz namazların genellikle vaktin ilk girdiği anda kılınması daha faziletli sayılmıştır. Böylece namaza ısınmak ve onunla daimî irtibatı ve alakayı sağlamak kolaylaşacak ve namaz kişide alışkanlık hâlini alacaktır. Bunun sonucunda zamanı tanzim etmek ve böylece ömrü bereketlendirmek, bedenî rahatlık ve ruh sağlığı kazanmak şeklinde sıralanabilecek bir dizi faydalar husule gelecektir.
Namazın belirlenmiş vakitler içinde kılınmasına “edâ”, vakti çıktıktan sonra yerine getirilmesine veya tamamlanmasına “kazâ”, vakti içinde kılınırken rükünlerinde eksiklik bulunması sebebiyle yeniden kılınmasına ise “iâde” adı verilmiştir. Buna göre herhangi bir namazın, özürsüz olarak vaktinde kılınmaması ve kazâ edilmek üzere bile bile ertelenmesi günahtır. Hanefîler dâhil olmak üzere fakihlerin büyük çoğunluğu bilerek namaz kılmama halinde kazâ ile birlikte ayrıca tövbe edilmesi gerektiği görüşündedirler.[8]

Namaz Nasıl Kılınır?

Namazın dosdoğru kılınması için “ta‘dîl-i erkân”ı ile farzına, sünnetine, adabına riâyet edilmesi gerektiği, herkesin bilgisi dâhilindedir. Namazın esasını oluşturan şartlar ve rükünler müstakil bir inceleme konusu olmakla beraber burada ta‘dîl-i erkâna değinmekte fayda olduğunu düşünmekteyiz. Buna göre ta‘dîl-i erkân, “namazın rükünlerini düzgün, yerli yerinde ve düzenli olarak yapmak” demektir. Bu fiil, Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed’e göre namazın vâciplerinden biridir. Hanefîlerden Ebû Yusuf’a ve diğer mezheplere göre farzdır. Yerine getirilen rüknün tam yapıldığına kanaat getirilmesi anlamında olarak “tuma’nîne” kelimesi ile de ifade edilmektedir. Tuma’nîne, rükûda, rükûdan doğrulma sırasında, secdede ve iki secde arasındaki oturuşta söz konusudur. Bu noktada Müslüman’ın kıldığı her namazı, veda eden kişinin kıldığı son namaz imiş gibi düşünerek kılmasının, amaçlanan sükûnet halini sağlamaya yardımcı olabileceğini söyleyebiliriz.
Namazın en önemli âdâbı, Allah’ın huzurunda durulduğunun farkında olarak huşû ve kalp huzuru içinde bulunmaktır. Namazda huşûun sağlanmasına yardımcı olmak amacıyla kıyamdayken secde yapılacak yere, rükûda ayakların üzerine, secdede burnun iki yanına, otururken kucağa, selâm verirken omuz başlarına bakmak namazın âdâbı arasında zikredilmiştir. Dolayısıyla O’nun huzurunda iken başka yönlere bakmak doğru olmaz.
Namazın tek başına kılınması mümkün olmakla beraber cemaatle kılınması tek başına kılınmasından daha iyidir. Hz. Peygamber’in cemaatle kılınan namazın tek başına kılınandan yirmi yedi derece daha faziletli olduğunu belirttiği hadis unutulmamalıdır.[9]
Namaz, alışkanlık haline getirilmesi gereken bir ibadet olması sebebiyle diğer ibadetlerden farklıdır. Hz. Peygamber’in de tavsiye ettiği gibi namaz eğitimi küçük yaşta ve ailede başlamalıdır. Bunu destekleyen komşu ya da akraba çocuklarıyla bu eğitimi pekiştirmek mümkündür. Çocukların kendi yaşıtlarıyla bir arada namaz kılarak vakit geçirmeleri olabildiğince erken yaşta sağlanmalıdır. Bilindiği üzere birçok yetişkin insan, gönül dünyasında namazı “Ah bir namaz kılabilsem!” diye temenni etmesine rağmen çocukluklarında alıştırma sürecini yaşamamış olmalarından dolayı bu isteklerini kuvveden fiile geçirememektedir. Aileleri tarafından küçük yaşlarda namaza alıştırılan çocuklarda namazı kılmak normal hâl alırken, kılamamak anormal bir durum teşkil etmektedir. Hatta bu çocukların namazlarını kılamadığı zamanlarda rahatsızlık hissettikleri de söylenmektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in: “Çocuklarınıza yedi yaşına eriştiklerinde namazı emredin.” buyurmuş olması bir tesadüf eseri değildir.
Tabiidir ki eğitimcinin; namaz kılmanın bir ihtiyaç, bir teşekkür ifadesi ve bir sevgi bağı olduğunu muhatabın dikkatine sunması doğru seçenektir. Bu yaklaşım, ergenlikte ve erişkinlikte kişinin isteyerek namaz kılmasını ve bunu gönül rızası ile seve seve yapmasını sağlar. Buna karşılık, namazın bir borç olduğunu sık sık telkin etmek, çocuklarda namaza karşı zamanla bir soğukluğa yol açabilir. Bu yaklaşım ise, tabir caizse, kaş yaparken göz çıkarmak diye ifade edilir.

Günümüzde Namaz

Günümüz Müslüman’ı, nerede olursa olsun asla namazını kaçırmamalıdır. İsterse uçakta, gemide, trende, otobüste olsun fark etmez. Bunu temin için özellikle abdestli bulunmaya ve devamlı bir teyakkuz hâli içinde yaşamaya özen göstermelidir. Kulağı her zaman ezanda olmalıdır. Namazlarını asla kazaya bırakmamalıdır. Hz. Yunus misali balığın karnında dahi olsa namazından gafil olmamalıdır. Her gün düzenli biçimde Kur’an okumak ile her zaman namaza hazır vaziyette olmak birbirini destekler. Çünkü her iki ibadeti yerine getirmek için abdestli bulunmak bir şarttır ve gerekliliktir. Bunun dışında namazı geçerli kılacak kadar düzgün Kur’an okuyuş, okunan sûre ve dualara ilişkin bir anlam bilgisi altyapısı için öğrenim görmek, yine hiçbir Müslüman’ın müstağni kalamayacağı bir ameldir. Ancak bu sayede kişi, Kur’an’ın mesajını anlamaya ve tefekkür etmeye fırsat ve imkân bulabilir, kıldığı namazdan haz ve zevk alabilir.

Kaza Namazı

Müslüman, her şeye rağmen kazaya kalan namazları varsa bunları hesaplayarak bir an önce tamamlamalıdır. Aksi halde zimmetine terettüp eden kaza namazları sonraya kalacaktır. Bunun manevî mes’ûliyeti ise çocuklara hatırlatılmalıdır.
Namazın bir dua olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Namazı kesintiye uğratmadan kılmalıdır ki, kulun sonradan zuhur edecek istek ve dualarını, Cenab-ı Allah’a arz etmeye yüzü olsun ve duanın seri halde icabetine yani kabul edilmesine daha yakın olsun. Namazın, müminin miracı olarak kabul edildiği, kulun Allah’a en yakın hâlinin namazdaki secde hâli olduğu da bu görüşü te’yid etmektedir.

Namazı Terk Edene Ne Var?

Hz. Peygamber’in kişi ile şirk-küfür arasında namazı terk etme eylemi bulunduğunu ifade etmesi[10] namazı bile bile terk edecek kişinin acı sonunu bildirmesi bakımından ilgi çekicidir. Ebû Hanife’nin kendisine yöneltilen “namaz kılmayanın kâfir olup olmayacağı”na dair soruya onun “Ancak kâfir olanların namaz kılmadıkları”na dikkat çekerek cevap vermesi mânidardır.
Namazı, sırf Allah’ın emri olduğu için ve onun rızasını kazanmak için kılmalıdır. Dünyalık bir amaca ulaşmak için namazı alet etmek, kişinin elinin boşa çıkmasına neden olur. Ayrıca namaza riya katmak da -Allah korusun- son derece sakıncalıdır.
Kişi çok sevdiği dostu ile birlikte bulunmaktan, vakit geçirmekten hoşlandığı gibi namaz esnasında yüce Allah’ın huzurunda geçirilen vaktin de hesabı yapılmaz. Çünkü Cenab-ı Allah kula sevgi bakımından en yakın olandır ve O’nun huzurunda geçen zaman kâr olarak bilinmelidir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder